Görsel bir eğlence, eskilerin tabiri ile bir ‘temaşa’ olarak Netflix, artık orta sınıf hayatının bir gerçeği. Ancak tüm kültür öğeleri gibi Netflix de salt eğlence olmanın ötesinde kimi anlamlar taşıyor. Bu yazıda yeni tür bir eğlence medyası olarak Netflix’i anlamaya ve onun, kültür emperyalizminin bir aracı olarak potansiyelini tartışmaya çalışacağız.
NETFLIX EMPERYALİZMİN BİR ARACI MIDIR?
Bu cümleden hareketle akla ilk gelen soru, Netflix’in kültür emperyalizminin bir aracı olup olmadığıdır.
Kültür emperyalizmini, ekonomik ve siyasi emperyalizm ile beraber emperyalizmin üç ana kolundan biri olarak ele alabiliriz. Bu alanda bugüne dek yürütülen çalışmalar, kültür emperyalizmini genelde diğer ikisinin bir sonucu olarak ele aldılar. Bu bakış, kültür emperyalizminin çıkış noktasını açıklamakla beraber, bugünkü durumu anlamamızda yetersiz kalacaktır. Coğrafi keşifler ve sömürgecilik dönemi Batılı beyaz adamın kendisinden daha “geri” olan “öteki” ile tanışma dönemidir. Daha en baştan bir tarafın teknolojik üstünlüğü ile kurulan ilişkinin kültür alanında da aynı hegemonyayı üretmesi kaçınılmazdır.
Globalleşme ve yeni sömürgecilik döneminde ise her anlamda daha karmaşık ilişkiler söz konusudur. Bugün ekonomik, siyasi ve kültürel emperyalizm çok daha gelişkin bir yapıya sahiptir. Birinin diğerinin bir sonucu olduğunu varsaymak bizi yanıltabilir. Gerçekte iç içe geçmiş ve sürekli olarak birbirini besleyen bir ilişkiler kümesi söz konusudur, bu üç ana kolun her biri, diğerinin hem sebebi hem sonucudur. Belirli bir zaman diliminde belirli bir bölgeye ya da dünyanın tamamına etkileri birbirinden farklı dinamiklere dayanabilir. Örneğin günümüzde Batı’nın ekonomik ve siyasi hegemonyasında görülen nispi gerilemenin kültür alanına aynı biçimde yansıdığı söylenemez. Bugün özellikle gündelik yaşamı şekillendiren kültürel kodlar hala Batı referanslıdır ve Batı’nın ekonomik hegemonyası tam olarak bitse bile uzunca bir süre daha böyle olmaya devam edecek, ekonomik ve siyasi hegemonyanın yeniden tesisi çabalarında kilit bir rol oynayacaktır. Kültür emperyalizmi, emperyalist ilişkinin sürdürülebilirliği için gereklidir ve emperyalizmin ayrılmaz bir parçasıdır (mütemmim cüzüdür).
Edward Said, emperyalist ilişkinin kültüre yansımalarını inceleyerek başladığı “Culture and Imperialism” adlı çalışmasında kültür emperyalizmine dair hayli tatmin edici bir sonuca ulaşır. Said’e göre kültür emperyalizmi iç içe geçmiş iki süreçten oluşur: bir ülkenin diğer ülke üzerindeki kültürel tahakkümü ve onun kültür yapısı/kültürel gelişimi içindeki varlık alanını genişletmesi. Emperyalist gücün bir ülkenin kültür yapısına müdahalesinin, onun “içinde yayılma/genişleme” olarak nitelenmesi önemlidir. Ekonomik ve siyasi emperyalizm bazen bir uluslararası anlaşma metni kadar basit bir zemine dayanabilirken kültür alanındaki emperyalist ilişki genellikle ilk bakışta anlaşılamayan karmaşık bir sürece dayanır. Tüm Dünyada Batı emperyalizmine karşı direnmeye çalışanların sık sık “basit konuları abartmakla” suçlanmalarının temel sebebi de budur. “Bir filmden, bir bilgisayar oyunundan, basit bir kültürel paylaşım programından ne zarar gelebilir ki” düşüncesi, aslında kültür ürünlerindeki emperyalist tahakküm kudretinin/potansiyelinin ilk bakışta anlaşılamaması ile ilgilidir.
Bunun için Said, aynı kitaptaki direniş ve muhalefet tartışmasını “iki taraf vardır” başlığı ile açar, detaylı metin analizleri ile kültür alanında, Batılılar ve Batılı olmayanlar şeklinde iki tarafın varlığını tespit eder, direnişin imkanlarını düşünebilmek için öncelikle bu sadeleştirmenin gerekliliğinin altını çizer.
Said’in yaklaşımı, bugün bizim gördüğümüz manzara ile uyumludur. İşleyiş mekanizmaları değişse de sömürgecilik döneminden bugüne emperyalist kültür aygıtlarının işlevi kabaca aynıdır. Emperyalist gücün kültür alanında tesis ettiği her ilişki, şu ya da bu biçimde emperyalizmin konusudur. Doğu’nun Batı ile (ya da Güney’in Kuzey ile) her teması bu güç karşılaşmasına dair bir gerilim taşır. Televizyon, sinema, edebiyat, sanat vb. tüm kültür alanları emperyalist ilişkinin aktif bir parçası olma potansiyeli taşırlar. Netflix gibi yeni medyalar da buna dahildir.
Baştaki soruya dönecek olursak, evet, Netflix kültür emperyalizminin bir aracıdır ve Batı kültürünün yayılmacılığına dair bir potansiyeli temsil eder. Bu potansiyel, Doğuya yönelik kültürel bir tehdit anlamına gelir. İrdelenmesi ve boyutlarının anlaşılmasının gerekliliği buradan ileri gelmektedir.
NETFLIX NEDİR?
1997 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde kurulan Netflix, bugün dünyanın en büyük eğlence şirketlerinden biridir. Dünya genelinde 183 milyon abonesi vardır ve yıllık cirosu 20 milyar doların üzerindedir. Türkiye’deki abone sayısının bir milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Netflix, bize daha ziyade TV cihazı aracılığı ile ulaşsa da bildiğimiz anlamda bir televizyon değil, internet tabanlı bir video yayın platformudur. Tüm dünyadaki video internet trafiğinin %20’si tek başına Netflix tarafından kullanılmaktadır. Netflix yayınları sadece TV’lerden değil, internet bağlantısı olan her cihazdan izlenebilir. Örneğin Türkiye’deki abonelerin %77’si yayınlara cep telefonu yolu ile ulaşmaktadır.
Ayrıca, Klasik TV yayıncılığından farklı olarak, izleyiciler içeriğe kendi istedikleri zamanda ulaşırlar. Cihazlardan ve zamandan bağımsız olması Netflix’in televizyon karşısındaki en önemli üstünlüğüdür. Ancak Netflix, klasik TV’lerden ziyade sinema sektörüne zarar vermiştir. ABD ve Kanada’da sinema sektöründe %30’luk bir daralmaya yol açtığı tahmin edilmektedir.
Yayın sağlayıcı olarak hızla büyüyen Netflix, yapımcılık işine de el atmış, tüm dünyada ilgi ile izlenen orijinal içerikler üretmeye başlamıştır. Netflix yapımlarının ağırlığını diziler oluşturmaktadır.
NETFLIX NELERİ DEĞİŞTİRDİ?
Netflix, eğlence medyasının yapısında ve toplumla etkileşiminde bazı kökten değişikliklere yol açmıştır. Bu değişiklikler altı madde ile özetlenebilir:
1 – İzleme alışkanlıklarındaki değişme: Zaman planından ve cihazdan bağımsız hizmet veren Netflix’te izleyici bir dizinin takip eden bölümlerini izlemek için bir hafta beklemek zorunda kalmaz. Bu, izleyicilerde tüm bölümleri art arda izleme yönünde bir eğilim doğurmuştur. Oburca izleme (binge watching) olarak adlandırılan bu olgu tüm dünyada hızla yaygınlaşmıştır. ABD’deki TV izleyicilerinin %70’i bu kategoriye girmektedir.
2 – İzleme deneyimindeki değişme: Eskiden “bu akşam TV’de ne var” sorusu son derece sıradan ve önemsiz bir soruydu. TV zaten orada duruyordu ve sizin zevkinizden bağımsız olarak her akşam orada bir şeyler oynuyordu. Özel bir film izlemek istediğinizde ise sinemaya giderdiniz. Netflix bu iki deneyimi birleştirmekte ve günlük zaman planından bağımsız hale getirmektedir.
3 – Üretim biçimdeki değişme: TV dizilerinin yapım süreci bir pilot bölümle başlar. Pilot bölüm, normal bölümlere göre biraz daha uzun olan bir deneme yapımıdır. En önce o yayınlanır ve aldığı reytinge göre dizinin devamının çekilip çekilmeyeceğine karar verilir. Bu, hayli maliyetli bir yöntemdir. Bir pilot bölüm tutmazsa o dizi için yapılan tüm hazırlık çöpe gider. Bir de tabii pilot bölümün yayınlandığı zamanın TV kanalı için alternatif maliyeti vardır. Netflix ise izleyicilerin seçimlerini ve tercihlerini önceden tahmin edebilen bir sisteme sahip olduğu için en baştan başarılı olabilecek projeleri tasarlayabilir. Netflix’in yeni yapımların içeriklerini tayin etmek için kullandığı 2,000 farklı “test kuluçkası” bulunmaktadır. Bunlar, farklı zevklere sahip izleyicilerin bir araya geldiği kümelerdir ve geçmiş izleme davranışları sayesinde onlara neyin sunulmasının doğru olduğuna kolayca karar verilebilir.
4 – İzleyicinin seçim kriterlerindeki değişme: Netflix’in ayrılmaz bir parçası filmleri seçmenize yarayan ana menüsüdür. Bu menü aynı zamanda çok iyi tasarlanmış bir öneri sistemi içeridir. Netflix, geçmiş tercihlerinizi kayıt altına alır ve bu kayıtları işleyerek size yeni filmler/diziler önerir. Menüsünde yer alan binlerce seçenek (ABD’deki kataloğunda 47 binden fazla yapım bulunmaktadır) ve tercihler üzerindeki manipülasyon gücü sayesinde Netflix, izleyiciyi uzun süre ‘hapsetme’ gücüne sahiptir.
5 – Televizyonun ekonomisindeki değişme: Netflix’in geliri abone ücretleridir. Reklam almak zorunda değildir. Şirketlerden ve reklam harcamalarından bağımsız, izleyici tatminine bağlı bir gelir modeli vardır.
6 – Yapımların bütçe ve kalitesindeki değişme: Netflix, tüm dünyaya yayılmış devasa bir izleyici kitlesine sahip olduğu için kendi yapımlarına diğer tüm TV’lerden daha çok bütçe ayırabilir. Bunun sonucu sinemada görmeye alışık olduğumuz görsel kalitede yapımların ortaya çıkmasıdır. Yerel stüdyoların Netflix ile rekabet edebilmeleri her geçen gün zorlaşmaktadır.
NETFLIX’IN EKONOMISI
Son yirmi yılda dünyadaki ekonomik büyümenin başat aktörleri dijital teknoloji şirketleridir. En büyük teknoloji şirketleri olan Facebook, Amazon, Apple, Netflix ve Google kısaca FAANG olarak adlandırılırlar. 2019 yılı itibarı ile FAANG şirketlerinin piyasa değeri Londra Borsasında işlem gören en büyük 100 şirketin (FTSE 100) değerinden daha yüksektir.
Netflix’in pazar değeri de son on yılda hızla artarak 170 milyar Dolara ulaşmıştır. Şirket 10 milyar dolarlık borcuna ve yıllık 3 milyar açık vermesine rağmen, hisse fiyatlarındaki artış sayesinde yatırımcılarına büyük paralar kazandırmaya devam etmektedir.
Netflix’in nakit açığının en önemli sebebi yeni yapımlara harcadığı paradır. Bu rakam 2020 yılı itibarı ile yıllık 15 milyar Doları bulmuştur ve Warner Brothers, Walt Disney gibi büyük yapım şirketlerinin harcamalarından bile fazladır.
Netflix, kendi yıllık raporlarında, nakit ihtiyacını hisse satarak değil kredi yolu ile borçlanarak karşıladığını söylemektedir. Şirket bu tercihini “çok kolay kredi bulabiliyoruz” şeklinde açıklamaktadır. Netflix’in yatırımcıları arasında Capital Group, Vanguard Group, TRowe Price, BlackRock gibi çok itibarlı yatırım kuruluşları bulunmaktadır. Aynı şekilde, kreditörleri de Goldman Sachs, Deuscthce Bank gibi itibarlı bankalardır.
Özellikle Goldman Sachs’ın Netflix’e ilgisi dikkat çekicidir. Aktif büyüklüğü 1,8 trilyon Dolara ulaşan ve ABD sermayesinin en önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilen kuruluşun, yatırımcıların Netflix’e yönlendirilmesinde ve Netflix hisse fiyatlarının artışında önemli rolü olmuştur. Örneğin Goldman Sachs’ın 2019 yılının başında Netflix’i “güven listesine” alması üzerine şirketin hisseleri bir günde %9 değer kazanmıştır.
NETFLIX’İN ÖZGÜNLÜĞÜ
John Tomlinson, “Culture Imperialism” adlı kitabına bir Noel kartpostalının analizi ile başlar. BBC tarafından gönderilmiş olan kartpostaldaki resim, Avusturalya yerlisi (Aborjin) bir aileyi TV izlerken göstermektedir. Oturma salonlarında görmeye alışık olduğumuz TV, bu sefer bir çölün ortasında, açık havadadır. Üzerlerinde yerel giysileri olan izleyiciler ise koltuklara değil yere serdikleri kilimlerin üzerine oturmuştur. Tomlinson, bu sıra dışı görüntü karşısında şöyle bir soru sorar: Emperyalizm bu görüntünün neresindedir? Batı tekniğinin bir ürünü olan ve bu insanların yaşamına tamamen yabancı bir aygıtın gelip onların yaşamının merkezine yerleşmiş olmasında mı, yoksa o aygıt vasıtası ile izledikleri -örneğin Dallas gibi- filmler ile onlara taşınan mesajda mı? Üstelik bu insanlar her iki temasa da kendi rızaları ile girmektedir.
Tomlison’un ortaya koyduğu soruların tamamına farklı biçimlerde “evet” yanıtı verilebilir. Ancak, uzun yıllar boyunca TV’nin niteliğine ve izleme davranışının kendisine dair önemli bir değişim söz konusu olmamış, emperyalizm çalışmaları genellikle sadece içeriğe odaklanmıştır.
Oysa Netflix, tıpkı yerlilerin TV ile ilk temasında olduğu gibi, eski TV izleyicisinin yaşamında dramatik bir değişime yol açmaktadır. Yayıncılığın devlet tekelinde olduğu dönemde TV, milli kimliğin inşasının bir aygıtı olmuştu. Teatcherism ve liberal ekonominin gereği ise TV yayıncılığında da liberalleşme idi. Bu dönemin televizyonu çok kanallı yayıncılık ve özel TV’ler olmuştur. Emperyalizmin küreselleşme süreci ile uyum içinde olan kültürel aygıtı ise Netflix’tir. Bu dönemin ideolojik ihtiyaçlarına yanıt üretebilen, bu dönemin ruhunu yansıtan bir yapı olarak ortaya çıkmıştır.
2018 yılından beri yeni abonelerinin %90’ını ABD dışından edinen Netflix, birkaç ülke dışında dünyanın tüm ülkelerinde faaldir, 20’den fazla ülkede ‘yerel’ yapım işlerine girişmiştir. ABD’den dünyaya doğru bir genişlemeyi temsil eden şirket, emperyalizme üç biçimde hizmet eder:
- Biçimsel: Oburca izleme alışkanlıkları ve bu sayede serbest zamanın manipüle edilmesi. Bireysellik ve eve kapanma eğilimlerinin artması. Adorno’nun deyimi ile “sözde bireylik” duygusunun oluşturulması. Bunların sonucu, bireyin kendi gerçekliğinden kopuk bir fiziksel hayata hapsolmasıdır. Bu, onu yerel gerçeklikten kopmaya da hazır hale getirir.
- Verinin (datanın) Kullanılması: Netflix, izleyicileri hakkında muazzam büyüklükte bir veri toplamakta ve bunu kullanmaktadır. Bu, kitlelerin zihin dünyalarına hakim olmak için son derece güçlü bir silahtır.
- İçerik: Netflix yayınlarının senaryoları Batı merkezli ideolojik yaklaşımlar ve yaşam pratikleri üzerine kurulmuştur.
Bunların içinde en önemli başlık şüphesiz içeriktir. Çünkü ister geleneksel olsun, ister Netflix gibi yeni türde, eğlence medyasının en önemli parçası içeriğidir. Viacom şirketinin yöneticisi Sumner Restone’un 90’ların başında söylediği “içerik kraldır” sözü hala geçerlidir.
Gerçekten de Netflix yapımlarının içerikleri sık sık tartışmalara konu olmaktadır. Netflix izleme listesindeki videoların %80’i ABD yapımıdır ve Batı tarzı yaşam biçiminin, o yaşama dair öykülerin üzerine oturmuştur. Zaten ABD dışında yapılan dizilerin de bu anlamda ABD’de çekilenlerden pek bir farkı yoktur. Netflix yapımlarında sıkça karşılaşılan ve tartışmalara yol açan ortak içerik öğeleri şöyle sıralanabilir:
- Aşırı cinsellik kullanımı
- Cinsel kimliksizleşmenin veya cinsiyet ötesi olma halinin özendirilmesi
- Madde kullanımının özgürlük ve farklılık olarak gösterilmesi
- Sapkın davranışların normalize edilmesi, mizahileştirilmesi
- Cinayet gibi suçların normalize edilmesi
- Mevcut dinlerin aşağılanması/küçümsenmesi, inanca dair öğelerin sadece büyü vb. fantezilerle anılması.
Bunlara dair kısaca birkaç örnek sayılabilir: Meksika dizisi Casa de Las Flores’te fahişeliğin ve dolaylı ensestin normalleştirilmesi. İspanyol dizisi La Casa de Papel’de yağma ve hedonizmin normalleştirilmesi. Kanada dizisi Working Moms’ta tüm annelerin lezbiyen çiftlerden oluşması, hiçbir olumlu erkek karakterin olmaması. ABD dizisi House of Cards’ta ABD başkanının bile eşcinsel ilişkiye giren, grup seks yapan bir karakter olarak çizilmesi. ABD dizisi 13 Sebep’te, intiharın olağan bir davranış olarak gösterilmesi, hatta özendirilmesi. ABD dizisi Narcos’ta Escobar adlı mafya liderinin romantik bir kahraman haline getirilmesi. Alman dizisi Dogs of Berlin’de aşırı şiddet kullanımı, İslam’ın aşağılanması. İngiliz dizisi Black Mirror’da, hayvana tecavüzün kriminal bir vaka olmaktan çıkarılması vb.
Bu küçük liste dışında yüzlerce başka örnek bulunmakla beraber, bunların tek tek incelenmesi bu yazının sınırlarını aşıyor. Ancak, tekil örneklerin neyi söylemek istediğini bulmak için uğraşmaktan ziyade, bunların tamamının Batı tarzı yaşam biçiminin “sıra dışı güzellikleri” olarak paketlenmiş olmasına dikkat etmek gerekir. Netflix yapımları, Batı tarzı yaşam biçimini, içine marjlardaki öğeleri de dahil ederek, tüm kodları ile beraber “yeni normal” olarak sunmaktadır.
Netflix yapımlarındaki bu tür öğeler, Batılı ülkelerde ve ABD’de de tartışma yaratmakta, tepki toplamaktadır. Fakat atlanmaması gerek bir nokta, bu tartışmaların o ülkeler için gerçek toplumsal sorunlara denk düşmesidir. Batılı aydınlar, bu tür içeriklere tepki verdiklerinde aslında kendi toplumlarına ait bir sorunu tartışmaktadırlar. Bizim gibi ülkelere ise bu tip konular “ithal edilmiş” fanteziler olarak girer ve bir süre sonra sorunun kendisi haline gelirler.
Bu tip tartışmalarda sık düşülen bir hata ideolojik etkinin doğrudanlığı yanılgısıdır. Bu yanılgı, “Bunlar sadece film senaryolarıdır, kimse bir diziden etkilenerek hayatını değiştirmez” şeklinde ifade bulur. Oysa, gerçekte kültür ürünlerinin etkisi karmaşık ve uzun bir süreçle ortaya çıkmakta ve ilk bakışta basitçe görülmemektedir.
Temel değerlere odaklandığınızda yabancı TV yapımlarını izlemenin bunlar üzerinde önemli değişimler yapmadığını görürsünüz. Ancak günlük yaşam pratiklerinin TV’de izlenenlerden etkilendiği açıktır. Burada gözden kaçan nokta günlük yaşam pratiğinin değerleri etkilemesi için uzun bir zaman geçmesi gerektiğidir. Uzun süre yabancı mesajlara maruz kalan bir toplumun değerlerinde bir değişmenin ortaya çıkması da kaçınılmazdır.
NETFLIX NEYE EL KOYUYOR?
Emperyalizmin kültürel araçları son derece hızlı bir biçimde ortaya çıkıp hayatımıza giriyor. Milletler, pek çok durumda bu yeni saldırılara hazırlıksız yakalanıyorlar. Bu durum, Netflix için de geçerlidir. Netflix yayınlarının hedefi olan ülkelerde bu konuya dair çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bunun için, Netflix’e dair bazı yaklaşım notları düşmek, gelecek tartışmalarda çerçevenin doğru kurulabilmesi açısından önemlidir.
Öncelikle, Netflix’i sadece bir TV ya da sadece bir içerik şeklinde tekil bir olgu olarak ele almak bizi yanıltır. Şirket, yıllık raporunda kendine rakip olarak diğer yayın şirketlerini değil Fortrite adlı bir bilgisayar oyununu göstermektedir. Çünkü asıl rekabetin “insanların serbest zamanlarını alma” konusunda cereyan ettiğini bilmektedir. Anti-emperyalist mücadele açısından da konu en önce yurttaşların serbest zamanına yabancı bir şirket tarafından el konulması sorunu olarak ele alınmalıdır.
Biraz daha açmak gerekirse, Netflix gösterdiği eğlencenin karşılığı olarak insanlardan paradan daha kıymetli olan bir şeyi, zamanlarını talep etmektedir. Günlük işlerinden geriye birkaç saat serbest zamanı kalan bir birey bu zamanı kullanmak için kendince rasyonel bir tercih yapmak zorundadır ve bu tercih tek bir aktiviteyi içerebilir. Spor yapmak, kitap okumak, sohbet etmek gibi fiziksel seçenekler elendiyse geriye ekran başında yapılabilecek dijital seçenekler kalır. Klasik TV, bilgisayar oyunları, sosyal medya, Youtube, Netflix ve diğerleri bu zaman dilimini ele geçirmek için kıyasıya rekabet halindedir. Çünkü ister reklam ister abonelik yolu ile olsun, gelir elde etmelerinin tek yolu bu izleme zamanını ele geçirmeleridir.
Serbest zaman, her ne kadar bir boşluk durumunu çağrıştırsa da sanıldığı kadar önemsiz bir zaman dilimi değildir. Kültür çalışmalarında tüketim toplumu eleştirisi üzerinde duran Theodor Adorno, serbest zamanı çalışma zamanının doğrudan bir uzantısı olarak niteler. Serbest zaman, kültür endüstrisi tarafından “kolonileştirilmekte” ve aslında sadece insanları ‘yeniden sömürülebilir’ hale getirmektedir.
Adorno, Batılı bir düşünür olarak emperyalizm faktörü üzerinde pek durmamıştır. Ama serbest zamana dair tezi, bir miktar şematik de olsa önemli bir gerçeğe yaklaşmaktadır. İnsan yaşantısını çalışma zamanı, serbest zaman, hobi zamanı vs biçimlerde kalın çizgilerler ayırmak Batı toplumuna özgü yabancılaşmanın ileri bir safhasından başka bir şey değildir. Şüphesiz bu zaman tasnifi tarihsel bir zemine dayanır ve insanlığın ilerlemesi için gereklidir. Ancak bu dilimler arasında bir ilişki olmadığı ya da bunların başka başka maksatlara hizmet ettiği tezi düpedüz safsatadır. İnsan, serbest zamanında ne ise çalışma zamanında da odur, ya da tersi. Hatta serbest zaman, genelde fiziksel işin dışında kaldığından zihniyetin inşasında daha önemli bir role sahiptir. Adorno, bu alanın kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin kabul görmesi ve yeniden üretilmesi için kullanılmasından endişe ediyordu. Kültür emperyalizmi söz konusu olduğunda ise çok daha vahim bir şeyden, yurttaşların serbest zamanının ve zihinsel enerjisinin emperyalist ilişkinin meşrulaştırılması için istismar edilmesinden söz ediyoruz demektir. Yurttaşların serbest zamanlarına yabancı bir güç tarafından el konulması, sadece ekonomik anlamda değil milli kültür -ve son kertede milli güvenlik- anlamında da önemli bir sorundur.
NETFLIX BİR KOMPLO MU?
Emperyalizmin kültür aygıtlarına bakarken sıkça içine düşülen bir yanılgı da aygıtın kültürel ve ticari doğasını komplolar ile açıklama girişimidir. Netflix benzeri yapılar, daha önce izah etmeye çalıştığımız gibi en önce ticari kurumlardır, “para kazandıran” bir matematiğin üzerine kurulurlar. İkinci olarak, yoğun rekabet gereği, özgün üretim ve sunum mekanizmalarına sahip olmaları gerekir. Netflix, ABD pazarında hem yayıncılık hem prodüksiyon alanında çok kuvvetli rakiplerle savaşarak bu noktaya gelmiştir. Üçüncüsü, yeni medyaların temelinde mutlaka yeni teknolojiler yer alır. Bunlar ister istemez bir teknolojik gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkarlar. Teknolojik gelişmenin dinamikleri ise (Doğu’nun son on yıldaki büyük atağına rağmen) hala büyük oranda Batı sermayesinin, en önemlisi Batı zihniyetinin ellerindedir.
Amerikan hükümetinin Netflix gibi şirketlerin önünü açacak girişimlerde bulunması onları salt bir komplo haline getirmez. Çünkü ABD, Amerikalı şirketlerin hepsi için benzer girişimlerde bulunur. Siyasi gücü ile, finans sistemi ile ve gerekirse ordusu ile Amerikan sermayesinin tüm dünyaya yayılması için çaba harcar. Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi emperyalist ülkeler de kendi ulusal şirketleri için benzer hamleler yaparlar. Coca Cola, BP, Shell, Boeing, IBM, SAP vb şirketlerin tamamı sadece para kazanan mekanizmalar değildir, bunlar aynı zamanda -kendi alanları ile sınırlı kalmak üzere- Batı kültürünün de birer taşıyıcısıdır. Netflix, Walt Disney, FOX gibi firmalar ise doğrudan kültür alanı ile iştigal eden şirketlerdir. Evet, parayı da bu alandan kazanırlar ama, etkileri doğrudan milli kültür üzerinde görülür. Zaten pek çok insanı yanıltan, bu işin “iyi tasarlanmış bir komplo olduğunu” düşünmelerine yol açan olgu da budur. Oysa her endüstri gibi kültür endüstrisi de kendi doğası içinde gelişmekte, emperyalizme hizmetini de yine kendi doğası çerçevesinde gerçekleştirmektedir.
Emperyalist müdahalelerin hepsinde az çok komplo izleri bulunur. Sonuçta tüm bu girişimler Batının büyük kentlerinde yaşayan son derece sınırlı sayıda bir grup “seçkin” tarafından yönlendirilmektedir. Ancak bu seçkinler sınıfı da aslında emperyalist sistemin kuralları ve sınırları içinde hareket etmek zorundadır ve hiç kuşku yok ki bu elitin kendi içinde de bazı çekişmeleri ve gerilimleri vardır. Dolayısı ile komplo teorilerine bel bağlamaktansa emperyalist sistemin çok katmanlı ve iç içe geçmiş yapısını anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Netflix ya da benzeri herhangi bir kültür aygıtı Batının siyasi, ekonomik ve askeri eğilimlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Onu bir komplo ile izaha çalışmak bu bağları inkar etmek anlamına gelir.
NETFLIX’E (ve benzerlerine) NASIL DİRENMELİ?
“Kılıca kılıçla, tüfeğe tüfekle karşılık verilir, o halde Netflix’e de benzer biçimde, ‘milli eğlence medyası’ ile yanıt verilmelidir” diyebiliriz. Bu, prensip olarak doğru olmakla beraber, mevcut koşullar itibarı ile gerçekçi olmayan bir yaklaşımdır. Dünya üzerinde hiçbir devlet TV yapımlarına on milyarlarca dolar para harcayamaz. Netflix gibi ikinci bir şirketi de ne devlet eli ile ne de özel sektör gücü ile kurmak mümkün değildir. Dolayısı ile Netflix’in karşısında “milli alternatifler” çıkarmak düşüncesi ancak Çin ve Hindistan gibi çok yüksek nüfusa sahip ülkelerde mümkün olabilir. Ayrıca Netflix, eğlence medyasının gelişiminde sadece bir duraktır. Çok uzun olmayan bir vadede yerini başka eğlence biçimlerine bırakması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Sorunun Netflix’in kendisi değil, emperyalist müdahale araçlarını üreten ve yayan emperyalizm olduğu gözden kaçmamalıdır. Siz milli bir alternatif kurup geliştirene kadar, o -gelişiminin mantığı gereği- başka aygıtları devreye koyacaktır.
Kültür emperyalizmine karşı koymanın en sağlam yolu bir milli kültür politikasına sahip olmaktır. Söz konusu olan filmler, diziler vb. medya ürünleri olunca, milli kültür politikasının bir alt başlığı olarak milli medya politikası üzerine düşünmek gerekir. Milli medya politikası uzun yıllardır pek çok devlet tarafından farklı biçimlerde uygulanmaktadır. Bu politikalar Kanada, Japonya, Tayland, Çin, Kore, Fransa, İrlanda, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkelerde uzun zamandır aktiftir.
Milli medya politikasının esasları belli olduktan sonra uygulanması devlet tarafından kurulan düzenleyici kuruluşlar tarafından yürütülür. Uygulamanın belli başlı araçları şunlardır:
1 – Telif hakkı (yerli üreticilere yönelik pozitif ayrımcı düzenlemeler)
2 – Sahiplik (yerli üretim sürecinin geliştirilmesi için yapılan müdahaleler)
3 – İçerik kotası (yayıncılara belirli oranda yerli içerik zorunluluğu konulması)
4 – Yayın lisansları (yabancı yayıncılara yönelik giriş bariyerleri)
5 – Sansür (programların önceden denetlenmesi)
Bugün tüm dünyada baskın bir “ifade özgürlüğü” söylemi olsa da devletlerin tamamı milli kültürü korumak için bu araçların en az 2-3 tanesini kullanmaktadır. Ancak tıpkı başka alanlardaki emperyalist müdahalelerde olduğu gibi bu alanda da kamu gücü genellikle yetersiz kalmaktadır. Örneğin bizde bu işlerden sorumlu olan kurum RTÜK’tür ve aktif bir politika uygulamaktan ziyade bir lisans dağıtım ve şikayet mercii olarak görev yapmaktadır. Netflix gibi teknik ve ticari gelişmenin en ileri noktasında bulunan, eğlence üretiminin liderliğine oynayan bir yapı karşısında bu tip edilgen yöntemlerle bir başarı kazanılmayacağı açıktır.
Netflix’in dünya üzerinde giremediği bir kaç pazardan biri Çin’dir. Şirket bunu “Çin’deki mevzuatın karmaşıklığı” ile izah etmektedir. Bu durum, Çin hükümetinin yabancı yayıncının pazara girişini zorlaştıracak yöntemler konusunda başarılı olduğu şeklinde de yorumlanabilir. Bu konudaki son haber, Netflix’in Çin’deki yerli bir platform ile ortaklık anlaşması yaptığı yönündedir. Çin, İQiyi, Youku, Sohu ve LeTV gibi yerli platformları ile incelenmeye değer bir örnektir.
‘Kültür emperyalizmin araçlarına karşı devlet dışındaki aktörler ne yapabilir’ sorusu ise hayli uzun bir tartışmanın konusudur. Kısaca değinecek olursak, prensip olarak, başarılı bir direnişin ancak paydaşların ortak katılımı ile mümkün olduğunu tespit etmemiz gerekir. Netflix örneğinde, yerli TV-sinema sektörü, bu sektörün çalışanları, eğitimciler, entelektüeller ve anne babalar konunun belli başlı taraflarıdır. Her ne yapılacaksa, sadece bu kesimlerle ortak bir anti-emperyalist hat örülerek yapılabilir.
Geçmişteki iki örnek bu bakımdan hayli öğreticidir. 1970’lerde Şili’den çıkarak tüm dünyadaki sol kesimlere yayınlan Donald Duck (ve Walt Disney) eleştirisi başarısız olmuştu. Ariel Dorfman ve Armand Mattelart tarafından yazılan “How to Read Donald Duck” (Donald Duck’ı Nasıl Okumalı) kitabı, basit bir çizgi romanın nasıl da emperyalizmin aracı haline geldiğini teşhir ediyordu. Kitap tüm dünyada sol çevreler tarafından ilgi gördü. Walt Disney’e karşı boykot çağrıları yapıldı ama hiçbir kayda değer başarı elde edilemedi. Çünkü kitabın etkisi sol çevrelerle sınırlı kalmış, konunun paydaşları mücadeleye dahil edilememişti.
1950’lerin başında Fransa’da Coca Cola’ya karşı örgütlenen direniş ise aksi yönde bir örnektir. Coca Cola’nın emperyalist kültürün bir simgesi olduğunu düşünen komünistler, şirketin Fransa’ya girişini engellemek için geniş çaplı bir kampanya başlatmışlardı. Kısmen başarılı olan ve psikolojik etkileri bugüne dek süren bu kampanyanın başarısında en önemli etken Fransız İçecek Üreticileri Birliği, sendikalar ve tarım örgütleri gibi paydaşların işin içine dahil edilmesi idi. Şirket, sonunda Fransa’ya girmeyi başardı, ancak bu, Marshall Yardımının bir yan sonucu olarak, Amerikan’ın siyasi baskı ile gerçekleşti.
SONUÇ YERİNE
Kaynağı Batı olan her kültür ürünü, emperyalizme az ya da çok hizmet etme potansiyeline sahiptir. Hollywood filmleri, televizyon yayınları, pop müzik şarkıları, bilgisayar oyunları gibi her kültür ürünü kendine özgü bir işleyiş mekanizması ve buna uygun bir emperyalist potansiyel taşır. Bunlar özel olarak emperyalist amaçlarla tasarlanmamış olsalar bile gölgesinde geliştikleri mevcut ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir sonucu olarak emperyalist aygıtlara dönüşürler. Kaldı ki emperyalist ülkenin kendi iç dinamikleri emperyalizme hizmet etmeyecek bir aktörün öne çıkmasını engeller. Emperyalizmin rasyonelliği, kaynakların kendisine getirisi olmayacak alanlara harcanıp israf edilmesine mani olur.
Netflix de ABD kültür endüstrisinin iç dinamikleri içinde gelişmiş, oradaki rekabetin arasından sivrilerek tüm dünyaya yayılmış bir eğlence medyasıdır ve emperyalizmin bir aracıdır. Netflix, teknolojik olarak gelişkin ve çok katmanlı, içerik olarak yerleşik yargıları ve ahlaki normları zorlayan, kullanım biçimi itibarı ile esnek ve liberal bir yapıya sahiptir. Bu hali ile emperyalizmin küreselleşme döneminin ideolojisine ve kültürel hedeflerine tam anlamı ile uygun bir araç görünümü çizmektedir.
Yabancı kültür ürünlerinin yerli kültür üzerinde etkisi iki aşamalıdır: günlük pratikler ve tüketim davranışları hemen etkilenirken, değerler üzerindeki etki daha uzun bir süre sonunda ortaya çıkar. Etkinin gündelik yaşamla sınırlı kaldığı dönem, direniş politikalarının geliştirilmesi için bir fırsat penceresi sunar. Bugün Netflix’in etkileri henüz bu ara dönemdedir. Konunun paydaşlarının da dahil edileceği iyi tasarlanmış bir milli politika sadece Netflix’in etkilerini kırmakla kalmaz, bu alanda topyekun bir uyanışa da alan açar.
KAYNAKÇA
Bu makalenin hazırlanmasında aşağıda belirtilen makale ve kitaplardan istifade edilmiştir:
Makaleler
1. The 650 bn USD Binge, The Economist, 16 November 2019
2. Netflix, The Economist, 30 June 2019
3. Recommended for you: The Netflix Prize and the production of algorithmic culture, Blake Hallinan and Ted Striphas, New Media & Society 1–21, 2014
4. House of Cards: ideología y poder en la serie de Netflix, Mayte Donstrup, RUTA Comunicación, no8, 2018
5. Netflix ‘Narcos’: ‘Cultural Weight’ or Cultural Maquila?, Juliana Martinez, Inside Crime, 27 Nov. 2015
6. Netflix and Kill: The Problem with Romanticizing Serial Killers, Irie Crenshaw & Scott R. Stroud, Media Ethics Initiative, Center for Media Engagement University of Texas at Austin, March 14, 2019
7. Cultural Imperialism: A Media Effects Approach, Michael B. Salwen, Critical Studies in Mass Communication, Vol8, 29-38, March 1991
Kitaplar
1. The Age of Netflix, Editörler: Cory Barker & Myc Wiatrowski, McFarland&Company, Jefferson 2017
2. Digital Platforms, Imperialism and Political Culture, Dal Yong Jin, Routledge, New York 2015
3. Media Psychology, David Giles, Lawrence Elbaum Asc., New Jersey, 2003
4. The Netflix Effect – Technology and Entertainment in the 21st Century, Editörler: Kevin McDonald, Daniel Smith-Rowsey, Bloomsbury New York 2016
5. Netflix Nations, Ramon Lobato, New Yok University Press, 2019
6. Netflix & The Re-Invention of Television, Mareike Jenner, Palgrave Macmillan, 2018
7. Netflix at the Nexus – Content, Practice and Production in the Age of Streaming Television, Editörler: Theo Plothe & Amber M. Buck – Peter Lang Media, New York, 2019
8. Netflixed – The Epic Battle for America’s Eyeball, Gina Keating, Portfolio Penguin, New York 2012
9. How to Read Donald Duck, Ariel Dorfman & Armand Mattelart, IG Editions, New York 1975
10. Media Imperialism, Oliver Boyd Barrett, SAGE, Los Angeles 2015
11. Global Entertainment Media – Between Cultural Imperialism and Cultural Globalisation, Tanner Mirrlees, Routledge, New York 2013
12. Culture and Imperialism, Edward Said, Vintage Books, New York 1994
13. Cultural Imperialism – A Critical Introduction, John Tomlinson, Continuum, New York 1991
14. The Culture Industry: Selected Essays on Mass Culture, Theodor Adorno, Editor: J.M. Bernstein, Routledge, New York 1991
15. Decolonizing Time – Work, Leisure, and Freedom, Nichole Marie Shippen, Palgrave Macmillan, New York 2014
Bu yazı, ilk olarak Teori dergisinin Temmuz 2020 sayısında “Anti-emperyalist açıdan Netflix’i okumak” başlığı ile yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
Bir yanıt yazın