Onat Kutlar adını bilmeyenleriniz olabilir, kendisi Türkiye’nin en önemli aydınlarından biriydi. Sadece edebiyat eserleriyle değil, sinema eleştirileriyle ve Yusuf ile Kenan, Hakkaride Bir Mevsim gibi unutulmaz film senaryolarıyla da bilinirdi. 30 Aralık 1994 günü Taksim’deki Opera Pastanesi’ne yapılan bombalı saldırıda öldürüldü. Oraya evlilik yıldönümlerini kutlayacağı eşiyle buluşmak için gitmişti, ölüme giderken cebinde eşine hediye olarak aldığı kolye vardı.
Aynı saldırıda bir başka kişi, arkeolog, rehber ve çevirmen Yasemin Cebenoyan da öldürüldü. Otuz yedinci doğumgününü yeni kutlamıştı ve ona hediyesini vermek isteyen bir arkadaşıyla buluşmak için oradaydı. Pastaneye bir paltonun içinde bırakılan bombanın çok yakınındaydı, oracıkta can verdi.
Sol cenahta olup da bu saldırıyı bu isimleri bilmeyen yok gibidir. Çünkü Onat Kutlar sol görüşleriyle bilinen, yazıp çizdikleriyle bu tavrını belli eden, üstüne bir de aktif olarak Kürt halkının da yanında olan bir düşünce insanıydı.
Geçenlerde bir kısım solcu, sosyalist arkadaşıma, Onat Kutlar’ın öldürülmesini anımsayıp anımsamadıklarını sordum. Evet, hemen hepsi anımsıyordu. Ve fakat hemen hepsi failin IBDA-C adlı islamcı örgüt olduğunu ya da olayın faili meçhul kaldığını düşünüyordu.
Oysa olayın faili PKK idi. Bomba İTÜ öğrencisi PKK’lı Deniz Demir tarafından konulmuş, Demir yakalanmış, suçunu kabul etmiş, başka iki cinayetten daha hüküm giymiş olmasına rağmen sadece 9 yıl hapis yatıp 2005 yılında o günün çözüm süreci diyebileceğimiz topluma kazandırma yasası kapsamında serbest bırakılmıştı.
Peki neden insanlar bunun PKK tarafından işlenen bir cinayet olduğunu bilmiyorlar acaba?
Açıkça ve kısadan söyleyeyim : çünkü sol kamuoyuna hakim olan liberal kafa PKK hakkında kötü düşünülmesini istemiyor !
Sözde solcu yayın organlarının yaptığı haberlerde PKK’nın sorumluluğunu karartmak için kırk takla atılıyor, İnsan Hakları Derneği’nin raporunda bile olay “faili meçhul” olarak gösteriliyor! Tamamen yanlış olan bu bilgi sosyal mecralarda, ekşi sözlüklerde falan ezbere tekrarlanıyor. Kutlar’ın ve Cebenoyan’ın katili salıverildiğinde hiç bir yerde “katiller aramızda” diye kampanyalar yapılmıyor.

Başka bir öyküye geçelim.
2015’in Ocak ayında EMEP Dersim (Tunceli) il örgütü 1994’te öldürülen üç TDKP’li için bir anma töreni düzenliyor. Evrensel gazetesi haberi şöyle veriyor: “Dersim’de 7 ve 27 Ocak 1994 tarihinde girdikleri çatışmalarda yaşamlarını yitiren TDKP militanları Gürsel Dursun, Tozkoparan köyünde Yunus Aydar ve Hamdullah Berk, Koçpınar köylerindeki mezarları başında anıldılar.”
Haberin hiç bir yerinde bu insanların kiminle çatışırken öldürüldükleri yazmıyor. Çatışmalar deyince sanki bu insanlar sadece devletle girdikleri çatışmalarda ölmüş gibi bir izlenim oluşuyor.
Evrensel acaba neden Yunus Aydar’ın PKK tarafından öldürüldüğünden söz etmiyor? PKK’nin öldürmeye solculardan başladığı ve bu geleneğini hiç bozmadığını bilmiyor olamazlar. Ama yıllarca kendi yoldaşlarını anmaya bile gerek görmüyorlar, yıllar sonra ilk kez bir anma düzenlediklerinde bu kez de yuvarlak laflarla geçiştiriyorlar. Demek ki aslında “HDP/HDK ittifakı” EMEP’li kardeşlerimizin “stratejik suskunluğuna” yol açıyor. İçler acısı !
Bir başka öykümüz ağabeyimiz Kürşat Timuroğlu ile ilgili. Bir zamanlar Devrimci Yolculukta mangalda kül bırakmayanlar şimdiki “çatı partileri” sayesinde Timuroğlu’nun adını bile ağızlarına almıyorlar. Biz yazınca da bize küfür ediyorlar “sen kan davası mı güdüyorsun” diyorlar.
Siyasi cinayetler bir örgüte karşı tutumumuzu belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Yoldaşımız saydığımız bir insanın kimin tarafından ve ne sebeple öldürüldüğünü bilmek herkesin, özellikle de genç nesillerin hakkıdır. Bize demokrasi kahramanı diye yutturulan bir psikopatın gerçek yüzünü bilme çabası ne zamandan beri kan davası oluyor?
Şimdi de nitelik olarak farklı, taze bir olayı anlatalım…
Artık yeniden bir savaş ortamındayız ve PKK hiç de bir savunma savaşı yapıyor gibi durmuyor. Doktor öldürüyor, hemşire öldürüyor… Sonra da özür diliyor.. Eh bu da bir gelişme..
Ama bakın doktorların en önemli örgütü TTB yaptığı açıklamada ne diyor : Meclis bir an önce olaylara el koymalıdır! Sanki doktoru cinler periler öldürmüş gibi katillerden hiç söz edilmiyor, PKK’nın adı bir kez bile geçmiyor!
Demirtaş’ın bile çıkıp “ahlaksız bir eylem” diye lanetlediği eyleme TTB kibar kibar yanaşıyor, irili ufaklı HDP yancısı bir sürü solcu örgütü demiyorum bile, onlar açısından ittifak, işbirliği, güçbirliği varken insan yaşamının ne önemi olabilir? Stratejik suskunluğumuz herşeyin üzerindedir!
Evet buradaki yeni terimimiz solun “stratejik suskunluğu”dur.
“Vicdan solculuğu yapmayın, vicdanlı olun ama önce solcu olun” dediğimiz için bize vicdansız diyenler iş PKK’nin cinayetlerine gelince o muhteşem vicdanlarını rafa kaldırıp bir anda siyaset stratejisti, ittifak uzmanı, taktik duayeni falan oluyor…
İrili ufaklı tüm sol örgütlerin cebinde kerameti kendinden menkul bir devrim stratejisi, bu strateji için her türlü değer, kollektif hafızaya dair her gerçek feda edilebiliyor. Neden? Çünkü yüce amaçlarımız var, Onat Kutlar’ın anısı da, öldürülen siviller de, kendi yoldaşlarımızın hatırası da bir süreliğine rafa kaldırabilir…
Strateji dedikleri de Kürt hareketinin kafasına göre yaptığı manevralara ayak uydurmaya çalışmak.
Kişilikli bir siyaset? Yok!
Cesaret? Yok!
Gerçeği söyleme iradesi? Yok!
Vicdan, ahde vefa? Yok!
Geçmişe, anılara sahip çıkma? Yok!
E arkadaş o zaman ağlama lütfen, halktan da sana destek yok, oy yok!
Evet bu insanlar belki bir miktar cahil ya da saf olabilirler ama emin olun salak değiller. Solcular PKK’nin cürümleri karşısında kafalarını kuma gömerken, temsil etmeye soyundukları halk herşeyi apaçık görüyor. “Kendi yoldaşına bile sahip çıkmayan benim davama hiç sahip çıkmaz” diyor.
Bizler Ak Parti’yi CHP’yi falan burjuva siyaset dümenleri yapmakla suçlarken dümenin, kıvırtmanın en güzel örnekleri bizim cenahtan geliyor. “Biz dosdoğruyuz, bizimkisi kıvırma değil strateji, bizim yüce amaçlarımız var” gibi laflar sadece bizim kendi kendimizi kandırmamıza yarıyor.
“PKK sivil ölümleriyle ilgili özür dilesin” denildiğinde Murat Karayılan’ın yanıtı ne oldu biliyor musunuz : “gerekirse özür dilenebilir…” Gerekirse, yani işimize gelirse, menfaatimize uyarsa… Devletin bir zamanlar işlediği hak ihlalleri, faili meçhuller falan bile bir karşılık buluyor, mağdurlar hiç bir şey yapamazlarsa uluslararası hukuka gidiyor, AİHM’de Türkiye’nin mahkum edildiği pek çok dava var. Ama PKK’ya bunu bile yapamıyorsunuz, bırakın zararı tazmin etmeyi falan, özür bile dilemiyor… Kürt halkı için bunca mücadele etmiş Onat Kutlar gibi birini öldürdüğü için bile özür dilemiyor…
Ama sol büyük ortağına ya da muhtemel müttefikine zeval gelmesin diye hala susuyor, sadece susmuyor, olayı sinsice karartıyor, kenarından dolaşıyor, üstünden atlıyor… Oysa silah silahtır, silaha kategorik olarak ya karşısınızdır ya da değilsinizdir. Ve açık ki silahların gölgesinde demoratik bir siyaset geliştirilemez, ilerici hamleler yapılamaz, halkın güveni ve katılımı sağlanamaz. Çünkü siz kariyeriniz ya da siyasi ikbaliniz için bir seçim yapsanız da insanları “o katil mi, yoksa bu katil mi” diye seçimlere zorlayamazsınız, bu tutumunuza ne Kürtleri ne Türkleri ikna edebilirsiniz.
Solun yapması gereken bu “stratejik suskunluk” saçmalığının önüne geçmek, kendisiyle ve sözde müttefikleriyle yüzleşmektir. Kendi davasına sahip çıkmayana halk hiç sahip çıkmaz. Bağımsız ve kişilikli bir hat inşa edemeyen sol başkalarının gölgesinde yok olur gider, böylesi bir hattı inşa etmenin temel koşuluysa en önce kendimize karşı dürüst, geçmişimize karşı saygılı olmaktır.
(*) Yasemin Cebenoyan’ın abisi Cüneyt Cebenoyan’ın bu konuda Birgün’de yazdığı bir yazıyı burada bulabilirsiniz.
* Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2015’te yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : Gaffar.Yakinca
YouTube: Gaffar Yakınca
Yaay:@GaffarYakinca
Bir cevap yazın