Eskinden muhalefetin kibirli ve saldırgan halini anlamak için siyasi kavramlara başvururduk ve doğrusu izah etmekte genelde yetersiz kalırdık. Tuzla’daki son olay siyaset biliminin yetersizliğini bir kez daha gösterdi.
Halk tarafından seçilmiş bir belediye başkanı yine halk tarafından seçilmiş -ve ülkeyi temsil eden- Cumhurbaşkanının adını andığı için CHP mangaları tarafından linç edilmeye kalkılıyor. CHP’nin müteahhit başkanı Ekrem, kürsüden hakaretler yağdırıyor, kabadayılarını kışkırtıp başkanın üzerine saldırtıyor.. Evet, bu manzaranın siyaset ile izahı mümkün değil.
Bunun için kitaplığa uzanıp, Prof. Otto Kernberg’in o zorlu başeserini alıyorum elime: Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık
Kitabın ismi bile insanın kanını çekilmesine yol açıyor ama, yapacak bir şey yok, bizim muhalifler artık siyasetin değil, psikiyatrinin konusu.
Prof. Kernberg, kitabın “Nefretin Psikopatolojisi” adlı bölümünde önce öfke ile nefret arasındaki farkı açıklıyor: “Kızgınlık ve öfkenin kolayca değişen bilişsel yönlerine karşıt olarak nefretin bilişsel yönü kronik ve kararlıdır. Yani kızgınlık ve öfke gelip geçici ama, nefret kalıcıdır.”
Kernberg devam ediyor: “Nefret ayrıca güçlü akılcılaştırmalar ve ben-üst ben işleyişinde buna karşılık gelen çarpıtmalar içeren bir dayanak noktasına sahiptir. Nefretle dolu bir kişinin en önde gelen amacı, nesnesini yok etmektir. Hedef, bilinçdışı fantezinin özgül bir nesnesi ve bu nesnenin bilinçli türevleridir.”

Muhaliflerdeki Erdoğan nefreti, tam da bu özelliklere uyuyor: Kararlı ve ısrarcı bir duygu. Erdoğan ne yaparsa yapsın yok olmuyor. PKK yok ediliyor, FETÖ eziliyor, Türkiye emperyalizme meydan okuyor, Cumhuriyet değerleri hiç görmediği kadar saygı görüyor ama ı-ıh… Muhalif kafa hiçbir şeye ikna olmuyor. Duygu itibarı ile kör nefret derekesine varmış, oradan dümdüz devam ediyor!
Ancak, Kernberg’in söylediği gibi, sapkınca bir duygunun bu kadar kararlı bir hale gelebilmesi için çeşitli “çarpıtmalarla” bir şekilde “akılcılaştırılması” gerekiyor. Burada “bilinçdışı fantezi” devreye giriyor. O fantezi, muhaliflerin yıllardır siyasetlerini üzerine kurdukları seri yalanlar sayesinde şekilleniyor.
Muhalefete göre Merkez Bankası on yıldır her ay iflas ediyor, hükümet on yıldır bu ay olmazsa gelecek ay IMF’den borç alıyor, Erdoğan yıllardır ABD’ye boyun eğdi eğecek, yıllardır bu hafta olmazsa haftaya halk sokaklara çıkıyor… S400’leri almadık, Karabağ Savaşı hiç yaşanmadı, Karadeniz’de doğal gaz bulmadık, Suriye’de Irak’ta teröristlere teslim olduk… Pandemide milyonlarca insan öldü ama gizliyorlar, milyonlarca Suriyeli vatandaş oldu ama söylemiyorlar, tüm okullar Diyanete bağlancakmış, Atatürk ismi yasaklanacakmış… Diktatörlük kimseye nefes aldırmıyor, hükümet içki içmeyi yasaklamış, seçimler iptal edilecekmiş, gazeteler kapatılacakmış…
Bu söylenenlerin hiçbiri olmuyor, yalan yalanı doğuruyor, yalanların unutulması için daha büyük yalanlar uyduruluyor.
Böyle böyle tam on yıldır her gün sürdürülen bir yalanın insan psikolojisi üzerindeki etkisini bir düşünün…
Artık tamamen yalanlardan inşa edilmiş bu kurgu-dünya Kernberg’in “bilinçdışı fantezi” dediği şeyi üretiyor. O fantezi ülkenin mutlak kötünün eline düştüğü ve ondan ne pahasına olursa olsun kurtulmak gerektiği sanrısıdır. Bu fantezinin erişilemeyen mutlak kötüsü Erdoğan imgesidir. Erdoğan iyi bir şey yapıyorsa bile bu aslında daha kötü bir şeyin hazırlığıdır!
Kernberg’in nefret şemasına göre, “bilinçdışı fantezinin özgül nesnesi” ise muhaliflerin ulaşabildiği, Erdoğan’ı anımsatan herhangi bir şey oluyor. Twitter’da gördükleri bir gazeteci, bir etkinlikte karşılarına çıkan bir yazar, sokak röportajı sırasında “bazı iyi şeyler” de var diyebilen bir vatandaş veya Tuzla’daki gibi kürsüde konuşan bir siyasetçi… Kafalarındaki fantezinin somutlaşmış hali karşısında tüm kontrollerini yitiriyorlar, kronik nefretin “yok et” emrine boyun eğiyorlar.
Normal koşullar altında sosyal fren mekanizmalarının devreye girmesi, nefretin öfke düzeyinde kalıp yok olması gerekirdi. Ancak CHP’li siyasetçiler, liderler, başkanlar da aynı nefreti araçsallaştırdıkları için, topluluk itidali yerini kollektif bir saldırganlığa, sürü şiddetine bırakıyor. Bu gidişle muhalefet, bize daha çok psikiyatri kitabı okutacak gibi duruyor.

*Bu yazı Aydınlık Gazetesinin 28 Ekim 2022 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : Gaffar.Yakinca
YouTube: Gaffar Yakınca
Yaay:@GaffarYakinca
Bir cevap yazın