İnsan, evinin duvarına koyduğu alelade bir taş kadar bile yaşamıyor. Günler geçiyor, mevsimler, yıllar geçiyor… Bir kuşağın yerini diğeri, onun yerini bir başkası alıyor. Sonra gürültülü bir felaketle veya sessiz sedasız bir yok oluşla insanın yerini toz ve rutubet kokusu alıyor. Bir zamanlar gülüşlerle, eğlencelerle bezenen, tantanalı bayramlara yahut kalabalık matemlere ev sahipliği yapan mekanlar, usul usul terk ediliyor. İçten kalabalıkların konakları, böceklere, baykuşlara, vahşi kuşlara yuva oluyor, tekinsiz harabelere dönüşüyor.
Kim bilir dünya üzerinde kaç tane terk edilmiş ev var? Kim bilir kaç aile zaman değirmeninde adları bile hatırlanmayacak toz tanelerine dönüşüyor?
Karanlıkta devasa hayaletler gibi duran bu evlerin her birinin roman olacak hikayeleri var kuşkusuz. Ama insan dünya karşısında zayıf, zaman karşısında ise bir hiçtir. Bütün o eşsiz görünen öykülerin her biri aslında sayısız kez yaşanmış bayağı trajedilerden başka bir şey değildir. Birbirine benzemeyen bir sıla özlemi, bir aşk acısı, bir ihanet sarmalı, bir miras kavgası, bir haset tuzağı bulamazsınız. Politik olanlar da dahil, tüm trajediler çoktan yaşanmış ve bitirilmiştir.
Şimdi baykuşların öttüğü bu viraneler bizim yüreğimize acı salıyor ya hani, onların en ihtişamlı günlerini görebilseydik eğer, bambaşka acıların, bayağılıkların şahidi olacaktık. Hala kaldı ise eğer, içimizden vicdan sahibi olanlar, “zaman değirmeninde yok olup gidecek bir servet için bunca alçalmaya değer mi” diye soracaktı. “Sonunda dünyada bile kalmayacak dünya malı için değer miydi şu debdebeye?”
Belki bir şarkı çalıyor evin balkonunda, belki de bahçesinde bir bayram kutlaması var… Kudretli ev sahipleri, şık misafirler veya dışardan izleyen köylüler… Hiç biri yok artık. Bu yıkıntıları tesadüfen gören kibirli yabancıların uydurduğu aşk öykülerinden başka bir şey kalmadı. Otomobiller, konfetiler, ipek elbiseler, panna cota’lar, kokteyller… Hepsi yok oldu. Bütün o zarif hareketler, bütün o ince notalar birer taş soğukluğunda şimdi.
Tüm varlığın sahibi olduğunu zannedenler ne kadar da uzak, ne kadar da yalnızlar artık. Kendilerinden kalma taşlara tesadüfen denk gelenlerin kaba anıştırmalarından başka bir şey düşmüyor paylarına.
Çünkü zaman ne yoksulu tutar ne de zengini. Zaman sadece hakikatten yanadır, içinde taşıdığı saf hakikatten yana.

Yaay:@GaffarYakinca
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
YouTube: Gaffar Yakınca
Merhaba Gaffar abi merhaba, çok güzel bilgilendiriyosun evet her vakit eski ve terk edilmiş evler beni hep duygulandır mış tır çok düşünürdüm açısıyla tatlısıyla ne hayatlar yaşanmıştır diye,evet Gaffar abi evet bizide alıp götürüyor zaman bizlerde gün gelecek o hüzünlü hikayede yerimizi alacağız. Ve selam abim.
Öykü veya romandan kısa bir kesit gibi…
İzin verirseniz, ben de bu güzel ve çok anlamlı yazınıza kısa bir cümle eklemek isterim; kendini koruyup kollaması için dört bir tarafını taşlarla, devasa betonlarla çeviren insanın sınırsız aklı ile sınırlı imanı arasındaki anlaşılmaz çelişki…
Muhteşem bir yazı Dünya denen yalancı ve göz boyayıcı yerde canım çok sıkıldığında okuyup rahatlıyacağım bir yazı kaleminize, emeğinize yüreğinize sağlık
Var olun kardeşim.