Bu şiiri uzun yıllar önce İsveç dilinde yazmıştım. Aslında bir aşk şiiridir ama ilham kaynağı eski bir halk efsanesidir.
Efsaneye göre, bir cumartesi gecesi Harga köyünün gençleri bir samanlıkta toplanmış dans ederken esrarengiz bir kemancı çıkagelir. O kadar güzel keman çalmaktadır ki insanları adeta büyüler. Dans ederek bu ezgilerin peşine takılan gençleri Harga Dağına kadar götürür. Gençler büyülenmiş gibi dans etmekte o ise sürekli çalmaya devam etmektedir. Kimse dans etmekten geri duramamaktadır. Kemancıya “yeter artık çalma duramıyoruz” diye yalvaranlar bile olur ama o durmaz, çalmaya ve dans ettirmeye devam eder. Gençlerin önce ayakkabıları parçalanır, sonra giysileri ve en son bedenlerini kaybedip birer iskelet haline gelirler…
Ertesi gün kiliseye gelen köy halkı gençlerin hiçbirinin geri dönmediğini fark eder. Onları tatlı kemanı ile kandırıp dağlara götüren ve en sevdikleri şeyi yaparak ölmelerine yol açan gizemli kemancı ise aslında şeytandır.
Bu efsaneyi ilk duyduğumda içimi kaplayan hüzün dalgasının iki sebebi vardı. Biri efsanede anlatılan ahmakça trajik öykü, diğeri ise İsveç toplumunun bu öykülere karşı mesafesiydi. Ben Doğuluyum, efsanelere inanmak benim ruhumda var, bir Batılıdan böylesi bir saflık beklemenin anlamsızlığını biliyorum ama İsveç’te gördüğüm, inanmamaktan öte bir duygusal donukluğu gösteriyordu ve ürkütücüydü. Üstelik o zamanlar aşıktım.
Beni eskiden tanıyanlar bilirler, zemin döşemelerine özel bir ilgim var. İnsanın yeryüzüne temas ettiği satıh, dünyaya ondan bir şey katıyor zannederim. Döşemelerdeki ayak izleri, aşınmalar, çizikler sadece bedenin değil ruhun da yeryüzündeki izleridir sanki. Aynı şekilde, her akşam üstü zaman geçsin diye oturduğumuz kahvenin zemini de hem onun hem benim ayak izlerimi taşıyordu. Bu aşınmış beyaz zemin, sanki benim söyleyemediğim, boğazıma takılan sözlerimdi.
Büyüdükçe pek çoğumuza çocukça gelir ama, insan aşık olduğunda ölümü bile göze alabilir. Hatta aşkına bir karşılık bulamazsa, ölümün bir an önce gelmesini bile arzulayabilir. İşte adeta bir ölüm efsanesi ile çiğnenmiş, hırpalanmış olan o tahtalar da benim için, kalbimde büyüyüp taşan gizli şeyin tercümesiydi. Ben taşıyamıyorum bu yükü, artık yaşlanmış tahtalar taşısındı.
Evet, İsveç toplumunun, daha çok alaycı bir nostalji ile andığı eski halk öyküleri var. Ciddiye almıyorlar, çünkü, artık teknoloji ve duygu disiplini sayesinde dünyanın en medeni(!) toplumunu inşa etmenin “haklı” gururunu yaşıyorlar. Oysa medeniyet dedikleri şey, bir yanıyla duygusal bir hijyenden ibaret ve sahip oldukları asıl bilgeliği o eski öykülerde unuttuklarının farkında değiller. Daha üzücü olanı ise tıpkı efsanelerin ruhu gibi, hesaba gelmez türde aşkları da unutmuş olmaları….
Şiirin Türkçe çevirisi asıl duyguyu pek vermiyor, bunu biliyorum. Yine de hem çevirsini hem de orijinalini aşağıya bırakıyorum.

Kendi Horgaloten’imizin Zemini
Söylesene
Nedir sönüp giden
Biz dans ettikçe ayaklarımız altında?
Masumiyetimizin yüzü mü bu ?
Yoksa yitiriyor muyuz
Ruhlarımızın sığınacağı son yeri de
Sahip olduğumuz son kaleyi?
Aşındırdıkça en yüksek umutlarımızı
Zamanın ökçeleri.
Şu yaralı tahtalara bak
İşte bu bizim yaşamımız
Sagamızı oynadığımız sahne işte bu
Kendi sonumuza kadar dansediyoruz
Zeminin solmuş renkleri
Hatıratımızı saklıyor
Biz yaşadıkça
Biz savaştıkça
Biz sevdikçe…
Golvet i vår egen Hårgalåten
Berätta för mig
Vad bleknar bort under våra skor
När vi dansar
Är det här oskyldighets ansikten
Eller förlorar vi den sista platsen
Som kommer att skydda våra själar
Den sista hemlig trädgård har vi
När tidens hälarna
sliter på de högsta förhoppningarna
Se på det här skadade träet!
Detta är vårt liv,
Det är i detta skede som vi spelar vår saga
Och golvets urblekta färger
Sparar våra minnen
Som vi dansar till vår solnedgång
När vi lever
När vi kämpar
När vi älskar
Ayrıca Horga Dansı’nın şarkısı:
https://www.youtube.com/watch?v=FI3iX8WtzaM
Yaay:@GaffarYakinca
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
YouTube: Gaffar Yakınca
Bir cevap yazın