Kurtuluş Savaşımızın son sahnesi olan Büyük Taarruz, bir yıldırım harekatıydı. Düşman, iki hafta içinde 450 km geriye sürülüp, nihayet 9 Eylül 1922’de Akdeniz’e döküldü. Özellikle 27 Ağustos’tan sonraki 13 gün, baş döndürücü bir hızla geçti. Başlanan iş, düşmanın ikmal yaparak toparlanmasına ya da Batılı devletlerin araya girmesine fırsat vermeden, olabildiğince hızlı bir şekilde bitirilmeliydi.
Büyük savaşlar, büyük lojistik operasyonları demektir. Savaşan her ordunun arkasında devasa bir tedarik, ikmal ve haberleşme teçhizatı olması gerekir. Büyük Taarruz için de aynı durum geçerliydi. Yüz bin Mehmetçik düşmanı kovalarken binlerce ton cephane ve erzak onlarla beraber ilerlemeliydi. Bu devasa ikmalin karayolu ile yapılması imkansızdı. Ne düzgün yol, ne de yeterli vasıta vardı. Modern savaşların hepsinde olduğu gibi, bunda da zafer için demiryolu gerekiyordu.
MİLLİ DEMİRYOLU KURULUYOR
Milli Mücadele’ye kumanda eden akıl, daha işin en başında bu gerçeği biliyordu. Çanakkale Savaşları’nın efsane lojistik komutanı General Behiç Erkin, milli kuvvetlere katılmak üzere 5 Temmuz 1920’de Ankara’ya geldiğinde kendisine Genelkurmay İkinci Başkanlığı teklif edilmişti. Ancak, Atatürk’ün özel ricası ile demiryollarının başına geçti. Mütarekeden sonra düşman, neredeyse tüm demiryolu varlığına el koymuş, demiryolu şirketlerinin kasalarındaki paraları bile çalmıştı. Personelden geriye kalanların içinde numunelik olsun bir tane Türk yoktu, hepsi gayrimüslim, hatta bazıları Yunan vatandaşıydı.
Anadolu’dan güç bela toplanabilen 16 bin TL, ilk sermaye oldu. Behiç Bey, Eskişehir’de kurup sonra Konya’ya taşıdığı idare merkezinde, bin bir türlü teknik beceri sergileyerek “imkânsız” denileni başardı. Batı Cephesi’nden Anadolu’nun içlerine uzanan demirden ikmal hatları kurdu. Malzeme ve para sıkıntısı öyle bir noktadaydı ki bir hat inşa etmek için başka bir bölgedeki demiryolu sökülüp oraya taşınıyor, kömür bulunamadığı için ormanlardan odun toplanıyor, demiryolunun işçiliğini ise kadın ve çocuklardan oluşan gönüllü taburları yapıyordu.

AFYON TRENİ YÜRÜYECEK Mİ?
Taarruzdan önceki birkaç hafta içinde Konya ve Azarıköy’den (Gözpınarı) gelen demiryolu, muazzam bir gayret gösterilerek önce Çay’a, sonra Afyon’a yirmi kilometre mesafedeki Çobanlar’a kadar getirilebilmişti. Ordunun tedariği bu hat üzerinden sağlanıyordu. 27 Ağustos’ta Afyon’u kurtaran Türk ordusu, komuta merkezini buraya taşıdı. Şimdi yıldırım hızıyla Batı’ya atılacak olan ordunun acilen ikmale ihtiyacı vardı.
31 Ağustos’ta Genelkurmay’dan gelen bir telgraf, “her ne pahasına olursa olsun demiryolunun 5 Eylül’e kadar Afyon’a ulaştırılması gerektiğini, ordunun başarısının buna bağlı olduğunu” söylüyordu. Afyon’dan sonraki hatlar nispeten iyi durumdaydı, Afyon’a giren ilk tren doğrudan Dumlupınar’ın Batısına geçebilecekti. Ama, Çobanlar-Afyon arası neredeyse tamamen tahrip olmuştu.
Behiç Bey, mühendis Emin Avni Bey’e “cephe komutanlığına söz verdim, hattı 5 Eylül’de bitirmiş olmalıyız” diye talimat verdi. İnşaat zaten iki noktadan başlamıştı. Elde malzeme olmadığı için bir yandan daha gerideki hatlardan parçalar sökülüp taşınıyor, diğer yandan köylü kadınlar travers ve ray döşüyordu. Bu nefes kesen çabaya rağmen işler hiç de iç açıcı gitmiyordu. Behiç Bey, 2 Eylül tarihli bir telgrafla Genelkurmay’a hattın 5 Eylül’e yetişmesinin mümkün görünmediğini bildirdi.

ZAMANLA YARIŞ
Genelkurmay’ın cevabı tam üç gün sonra, 5 Eylül’de geldi. Mesaj, Behiç Bey’in son telgrafı sanki hiç alınmamış gibiydi: “Ordunun ilk cephane treni yarın sabah Çobanlar’dan hareket edecek ve saate 5 km hızla Afyon’a doğru ilerleyecektir.”
Başarmaktan başka çarenin olmadığını bilen Behiç Bey, trene kalkış emrini verdi. Haftalardır günde 18 saat çalışan yüzlerce mühendis, işçi ve gönüllü, bedenlerindeki son takati de harcayarak trenin önü sıra rayları yapmaya devam ettiler. Bir yandan tren ilerliyor, bir yandan raylar döşenip test ediliyordu. Sonunda 7 Eylül sabahı ilk cephane trenimiz dualar ve gözyaşları arasında Afyon İstasyonu’na girdi. Artık erzak ve cephane, Mehmetçiğin peşi sıra ta Banaz’a ve Uşak’a kadar gidebiliyordu.
Şimdi “Çin treni Halkalı’da kaldı” diyenler gibi, o zaman da “Türkler Akşehir’in batısına tren geçiremez” diyenler vardı. Türk ordusu İzmir’e girdiğinde bile hala mütareke düşleri görüyorlardı. O bozguncular geçmişin çöp kutusuna terk edildi. Vatana ve millete inanlarının adı ise tarihe altın harflerle yazıldı.
Bir gün, Eskişehir’in Enveriye İstasyonu’na yolunuz düşecek olursa, orada mütevazı bir anıt mezar göreceksiniz. İstanbul, İzmir, Ankara demiryollarının kesiştiği bu noktada, Kurtuluş Savaşında trenleri yürüten kahraman, Behiç Erkin yatmaktadır.

* Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 24 Aralık 2020 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
Bir cevap yazın