Bugün bir sosyal bilimler öğrencisi, uluslararası yaptırımlar üzerine araştırma yapmaya kalksa, erişebileceği kaynaklardan elinde kalan bolca kafa karışıklığı olacaktır. Yaptırımlara dair koskoca bir literatür, “emperyalizm” gerçeğinin üstünü örtmek, emperyalist tahakküm ilişkilerinin varlığını gizlemek için adeta özellikle tasarlanmıştır. Bir dış politika aracı olarak “yaptırımları” inceleyen kitaplar, makaleler, ders notları vs. bu aracın meşruiyet kaynaklarından neredeyse hiç söz etmezler, böylelikle onun doğasına dair en önemli parçayı, ‘emperyalizmin bir aparatı olduğu’ gerçeğini gölgede bırakırlar.

ZİHİNSEL ARKAPLAN: SANCTIONEM
Oysa, dış siyasetteki her eylem gibi yaptırımlar da ahlaki bir çerçeveye oturmak zorundadırlar. Ve aslında -en son ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yaptırım da dahil olmak üzere- hepsi, önce böylesi bir çerçeve içinde meşrulaştırılıp sonra uygulanırlar. Zamana ve yaptırımın konusuna göre değişmekle beraber, bu çerçeveyi kavramak, yaptırım denilen aracın doğasını anlamak açısından kritiktir.
Yaptırımın İngilizce karşılığı ‘sanctions’. Latince ‘kutsal’ anlamındaki ‘sanctus’ kökünden geliyor. ‘Sanctionem’ fiili, ‘İlahi bir güçle karar vermek, emretmek’ anlamına geliyor. Aziz anlamındaki “saint” sözcüğü de aynı kökten türeme. Yani “yaptırım”, Batı’nın zihinsel köklerinde, kendine mutlak ahlaki üstünlük (kutsiyet) atfeden bir gücün, daha aşağıda olana uyguladığı zora dair bir karardır. Daha aşağıda olma hali, tabii ki kendine kudsiyet atfedenin bakışından tanımlanmaktadır, sadece fiziksel güçsüzlüğü değil, ahlaki bir düşüklüğü de ifade etmektedir.
SAVAŞTAN BİR ADIM ÖNCESİ
“Diplomasinin bittiği yerde savaş başlar” klişesini esas alacak olursak, yaptırımları diplomasinin en uç aşaması olarak görebiliriz, bundan sonrası soğuk ya da sıcak çarpışma halidir. Bunun için yaptırım, ne kadar şiddetli olursa olsun “yumuşak güç” olarak tasnif edilir ve genellikle ekonomi ya da diplomasi alanını kapsar.
Tarihte bilinen ilk ekonomik yaptırımın tarihi MÖ 432. General Perikles, Megaralılara misilleme olarak, Megara ürünlerinin Atina pazarlarına girişini sınırlayan Megara kararnamesini yayınlamış. Kolonyalizm döneminde, çeşitli Avrupa güçleri ve koloniler arasındaki ekonomik savaşın bir parçası olarak yaptırımları görüyoruz.
Modern anlamda yaptırım kavramı ise, 20. Yüzyıl’da Birleşmiş Milletlerin kurulması ile ortaya çıkıyor. BM, kurulduğu 1945 yılından beri otuza yakın uluslararası yaptırım kararı almış. Aslında modern yaptırım literatürü de biraz bunlarla şekillenmiş. Çünkü, uzun yıllar boyunca adil bir mekanizma olarak kabul gören BM’nin kararları geniş meşruiyete sahip olmuş.
Özellikle Dünyada iki kutbun olduğu dönemde, kutuplar arası dengenin BM için haklı bir meşruiyet kaynağına dönüştüğünü kabul etmek lazım. Ancak, Sovyet sonrası dönemde, yaptırımların kritik karar organı BM Güvenlik Konseyi, meşruiyet açısından tartışmalı kararlara imza attı.
BM MEŞRUİYETİNDEN ABD KÜSTAHLIĞINA
1990-2010 arası, Batı’nın BM de dahil, uluslararası kurumları kendi emperyalist amaçları için pek çok kez istismar ettiği bir dönemdir. Ne zamanki bu mekanizmalar ABD’nin istediği sonuçları vermemeye başladı, o zaman itibaren ABD, kendi başına yaptırım kararları almaya yöneldi. Tabii bunların meşruiyetini de, ahlaki çerçevesini de yine kendi meşrebine göre çizdi.
Bugüne dek, emperyalist dış müdahalenin bir aracı olarak yaptırım genellikle dört gerekçeden birine dayandırılıyordu: uyuşturucu ile savaş, terörle savaş, insani yardım ve demokrasi. 2017 yılında kabul edilen CAATSA yasası ile ABD, bu gerekçeleri de kaldırıp çöpe attı. Bir ülkeye yaptırım uygulamasının ahlaki(!) çerçevesini “kendi menfaatleri” olarak belirledi. ABD’nin dış müdahalesinde meşruiyet kaynağı olarak kendi çıkarlarına referans vermesi, emperyalizmin ahlaki zayıflığını göstermesi açısından önemlidir. Demek ki ABD, sadece ekonomik olarak değil, moral anlamda da zayıflamıştır, en yakın müttefiki olan Avrupalıların bile sert eleştirilerine maruz kalmasına şaşırmamak gerekir.
Dünyaya hala ABD gözlüğü ile bakanlar, bu durumun Trump’ın şahsi tercihlerinin bir sonucu olduğunu sanıyorlar. Oysa adı geçen yasa hem parlamentoda hem senatoda neredeyse oy birliği ile kabul edildi. ABD’de iki büyük partinin üzerinde anlaştığı belki de tek konu “ABD’nin ahlaka ihtiyacı olmadığı” iddiası.
İKİ TANE İBRETLİK TESPİTLE KAPATALIM
Birincisi, onca yıl en önemli meşruiyet kaynağı olarak sunulan BM’nin aslında Batı merkezci bir kurum olduğu hiç tartışılmadı. Ta ki Doğu’dan çıkan bir lider “Dünya beşten büyüktür” diyene kadar.
İkincisi, Atinalıların Megaralılara ambargosu onları dize getiremedi. Aksine, bir yıl sonra (MÖ 431) iki taraf arasında Peleponez Savaşı başladı. Ve bilin bakalım savaşı kim kazandı?
* Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 17 Aralık 2020 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
Bir cevap yazın