Cezayir halkı, geçtiğimiz hafta hayli duygusal anlar yaşadı. Paris’ten kalkan Cezayir Hava Kuvvetlerine ait Ilyuşin tipi kargo uçağı ve ona eşlik eden üç MİG-21 avcı jeti, başkent Cezayir semalarına girdiklerinde vakit öğlene geliyordu. Uçaklar görününce tüm şehirde ve kıyı boyu dizilmiş teknelerde sirenler çalmaya başladı. Siren sesleri dışında hiçbir hareket gözlenmeyen üç buçuk milyon nüfuslu şehir, adeta nefesini tutmuş, Cezayir tarihinin belki de en önemli kargosunu bekliyordu.
Uçak Houari-Boumediene Havalimanına inince taşıdığı emanetler onuruna yirmi bir pare top atışı yapıldı. Ulusal muhafızların en seçkin birliğine mensup askerler ay yıldızlı Cezayir bayrağına sarılı yirmi dört tabutu omuzladılar. Hayatları boyunca pek çok şehidin, pek çok büyük adamın cenazesini taşımış olan bu askerler belki de hiç bu kadar boş, bu kadar hafif tabutlar taşımamışlardı. Ancak fiziksel varlığı tüy kadar hafif olan bu emanetlerin manevi ağırlığı kolay kolay kaldırabilecek türden değildi. Askeri marş eşliğinde ağır ağır ilerleyen bu dimdik adamların bazılarının gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Tabutları geçici ikametgahları Kültür Sarayı’nda karşılayan Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tabbule de “sonunda şehitlerimiz ait oldukları yere, vatanlarına döndüler” derken gözyaşlarını tutamıyordu.

Bu törene konu olan tabutlar, işgalci Fransız ordusu tarafından öldürüldükten sonra kafası kesilen Cezayirli yirmi dört direniş savaşçısının kafataslarını taşıyordu. Aralarında Şeyh Buzyan, Şerif Bubagla ve Lalla Fatma N’sumer gibi önemli komutanların da bulunduğu bu isimler Fransa’nın Cezayir’i işgal harekatında mağlup edilen son bağımsızlık savaşçılarıydı ve 1849-1862 yılları arasında ağır işkencelerden sonra infaz edilmişlerdi.
Fransa Cezayir’i 1830 yılında işgal etti, Müslümanların direnişi otuz yıl sürse de Fransız işgalini kıramadı. Cezayirlilerin tekrar bağımsız olabilmesi ancak 1962 yılında mümkün oldu. Emperyalist Batılıların kanlı geçmişini bilmeyen yok, artık kendileri bile bunun tarihini yazmakta çok hevesliler. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta Fransızların kendilerine karşı savaşan Cezayirlileri öldürmekle yetinmemesi, kafalarını keserek bir savaş ganimeti olarak ülkelerine götürmeleridir. Neden biliyor musunuz? Batılıların “bilimsel ilerleme” tutkusu yüzünden!
Daha 1800’lü yılların başında tüm Dünyanın %35’i batılı devletlerin kontrolündeydi. 1910 yılına gelindiğinde bu oran %85’e çıkmıştır. Fransız İhtilali 1789’da gerçekleştiğine göre aslında Batıda milliyetçiliğin yükselişi ile imparatorlukların genişlemesinin aynı döneme rastladığını söyleyebiliriz. Birbiri ile çatışan iki akım olarak milliyetçilik ve imparatorluk düşüncesini yayılmacılıkta uzlaştıran ne olmuştur diyecek olursanız, cevabı geçen hafta ipuçlarını verdiğimiz “bilimsel” ırkçılıktır.
Cezayirli yirmi dört şehidin kafatasları önce Paris’teki Doğa Tarihi Müzesi envanterine kaydedilmiş, daha sonra İnsanlık Müzesi’ne (Musée de l’Homme) devredilmişti. Ne tesadüf, bu müzede sergilenen insan iskeletlerinden biri de geçen hafta sözünü ettiğimiz Sarah Baartman’a aitti. Fransızlar, 18. Yüzyıldan itibaren farklı insan ırklarına ait iskeletleri ve özellikle de kafataslarını incelemekle kalmamış müzelerde teşhir de etmiştir. Amaç tabii ki bilimsel ilerleme ve eğitimdir. Ancak başka milletlerin bireylerine ait beden parçalarının hiçbir kutsiyet atfedilmeden alelade eğitim ve teşhir objelerine dönüştürülmesi gözlerden kaçmamalıdır. Bu, Batılı beyaz adamın üstünlük kompleksinin çirkin bir tezahürüdür.
Cezayirli savaşçıların kafatasları yüzyıldan daha uzun bir süre boyunca bir müzenin deposunda ayakkabı kutusuna benzer kartonlar içinde tutuldular. Üzerlerinde envanter numaraları ve etiketler yazılı idi. 2011 yılında Cezayirli bir tarihçinin tesadüfen bulduğu kafataslarını ait oldukları yere getirmek ancak dokuz yıllık yoğun bir çabanın sonunda mümkün oldu.
Birer Müslüman olarak yaşayıp ölmüş olan bu şehitler için hak ettikleri türden bir cenaze töreni yüz küsur yıl sonra yapılabildi. Cezayir Müftüsü tabutların başında tek tek dua ederken sadece Cezayirliler değil, emperyalizmin ve ırkçılığın pençesinde acı çekmiş tüm mazlumlar ağlıyordu.
Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 9 Temmuz 2020 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
Bir cevap yazın