Minik Ayda’nın tam 91 saat sonra enkazdan sağ salim çıkarılması hepimize tarifsiz bir sevinç yaşattı. Hepimize diyorum gerçi ama, siyasi keskinlikleri yüzünden sevinemeyenlerimiz de vardı.
Ayda’nın güzel yüzü görününce sevinçten tekbir getiren birkaç insan sesi duyulmuştu. Rakı-rozet takımından bir patırtıdır koptu: Bu ne rezaletmiş, çocuk DEAŞ’ın eline mi düşmüşmüş, vs. türlü densizlikler… Sabah akşam TV’lerde “Oh Jesus” diyen tiplere, Haleluya söyleyenlere gıcık olmayanların Müslümanların son derece olağan bir sözüne bu kadar tepki duymaları hayli acayip. Ama ben, yine de böylesi bir tartışmadan ziyade, bu ruh halinin arkasındaki etkeni konuşmaktan yanayım.

BATI’NIN MÜSLÜMAN ALGISI
2016 yılının tuhaf olaylarından biri ABD’de, Hayruldin Mahzumi adlı bir gencin Arapça konuştuğu için uçaktan atılmasıydı. Berkeley öğrencisi genç, telefonda amcası ile konuşurken “İnşallah” deyince “terör şüphesi” ile uçaktan indirilip FBI’ya teslim edilmişti.
Batı’da sıradan vatandaşın Müslüman algısı o kadar sorunlu ki içinde Allah geçen sözcükleri bile terörle ilişkilendirebiliyor. Terör saldırılarında DEAŞ militanlarının Allahuekber diye bağırması yüzünden en çok da bu söz “gerilim” unsuru oluyor. Ancak bu, işin sadece bir yüzü. Müslümanlara yönelik diğer önyargıların oluşmasında olduğu gibi Allahuekber konusunda da asıl belirleyici olan Batı medyasının tavrı.
DEAŞ, yüzde yüz Batı imalatı bir terör örgütü olmasına rağmen, haberlerde onun cinayetleri hep Doğu’ya ait motiflerle ve mutlaka Allahuekber sözü de eklenerek işleniyor. Medya, Avrupa’nın batakhanelerinden toplanıp on numara sapıklara dönüştürülen bu kokainmanların gerçek öykülerine değil, üzerlerine yapıştırılmış İslami kodlara odaklanıyor. Bu katillerin cinayet anında Allah’ın adını anmasının faturası Allah’a inanan tüm Müslümanlara çıkarılıyor. Oysa teröristlerin her zaman arkasına saklandıkları sloganları oldu. Ama misal, ne IRA yüzünden tüm İrlandalılar, ne de RAF yüzünden tüm sosyalistler terörist ilan edilmişti. Allahuekber ise Batı’nın İslam’a yönelik düşmanca duygularının demlenmesinde güzel bir katalizör oluyor.
Batılılar bundan önce Allahuekber’i genellikle filmlerde, “daha aşağıda olan ötekinin” işareti olarak duymuşlardı. Ezan sesi “Doğu’daki o tuhaf, geri kalmış ülkelere” bir giriş müziğiydi. Belki de bunun için bir terör işareti halinde paketlenmesi hiç de zor olmadı. Şimdi ise bu sembolleştirme son derece kullanışlı duruyor. Her şeyden evvel yüzlerce yıllık eşitsiz ilişkilerin sürdürülmesine hizmet ediyor. Başını kaldıranı ezmek için de Batılı barbarlara iyi bir bahane sunuyor.
İSLAM COĞRAFYASININ ORTAK RUHU
Oysa biliyoruz, Allahuekber, sadece “Allah her şeyden büyüktür” anlamına gelir. Dertlenince, tasalanınca da söylenir, öfkelenince de, sevinince de, çaresiz kalınca da… Her şeyin bittiği yerde tevekkül eden, Allah’a sığınan insanın çığlığıdır.
İslam ülkelerindeki yaklaşık 4 milyon camide her gün 5 kez ezan okunuyor. Her ezanda 6 kez Allahuekber geçtiğine göre bu, her gün sadece ezanlar vasıtası ile 120 milyon kez Allahuekber denildiği anlamına gelir. Buna, namaz kılan her Müslüman’ın günde yüzden fazla kez terennüm ettiği, insanların üzüntüde, sevinçte, korkuda, gayrette sarf ettiği tekbirleri, bayramlarımızda, doğumlarımızda, cenazelerimizde söylenenleri ekleyin…. Bizim topraklarımızda her gün milyarlarca, on milyarlarca kez Allahuekber deniliyor ve kimseler birbirini öldürmüyor. Bunca çok Allahuekber, Müslümanların kendilerini Allah’a daha yakın, daha barışçıl ve daha huzurlu hissetmelerinden başka bir sonuca yol açmıyor.
2013’te Dakka’da çöken Rana Plaza, binden fazla insana mezar olmuştu. Reşma Begüm adlı genç kadın, 17 gün sonra enkazdan sağ çıkarılırken, insanlar sevinç göz yaşları içinde Allahuekber diye bağırıyordu. Ne kadar benzer öyküler değil mi? Demek ki basit bir kelimeden değil, koskoca bir coğrafyayı ve milyarlarca kalbi birbirine bağlayan bir ruhtan söz ediyoruz.
Tekbir’e alerji duymak için bu muhteşem bağlantıyı anlamamak, iyiyi-kötüyü, eğriyi-doğruyu Batı’dan almaya şartlanmış olmak gerekir.
Yazının sonunda sözü Halide Edip’e bırakalım. Bakın Halide Hanım, Haziran 1919’daki Sultan Ahmet Mitingini nasıl hatırlıyor:
“Kalabalık arasındaki yüzlerce ulema, “Allahu Ekber, Lâ ilâhe illâllah, Vallahu Ekber, Allahu Ekber Velilhamd” sesleriyle katılıyordu. Halide, bu harikulâde teraneyi dinlerken kendi kendine şunları söylüyordu:
“İnsanların kardeşliğini ve barışını ifade eden İslâmiyet ebedîdir. Ben bugün onun en yüksek noktasını ifade etmeye mecburum. Türkiye, benim zulme uğramış milletim de ebedîdir. O, hiçbir maddî kuvvetin yok edemeyeceği manevî bir kudrete de sahiptir. Ben, bugün onun zirvesini anlatmalı, insanlığın kardeşliğini ifade eden ruhunu vermeye çalışmalıyım.”
….
Ayda’ya Not: Sevgili Ayda, sen sıradan bir çocuk değilsin. İnsanların en umutsuz olduğu bir anda yaşama tutunma azminle hepimize paha biçilmez bir ders verdin. Bu millete Allah’ın bir işaretisin. Kendi olabilmeyi başarmış, geleceğin güzel Türkiye’sinde, ömrün uzun ve bereketli olsun.
Bu yazı ilk olarak Aydınlık Gazetesi’nin 5 Kasım 2020 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar
Bir cevap yazın